Kayıtlar

Resim
          “Mesleğim kunduracılık ya, bu dünyaya da çivi çaktım oğul,” diyordu. “Her gün niye bu dünyada bu kadar uzun kaldım diye lanetlerler yağdırıyorum.” Son gördüğümde, üzgün ve karamsar görmüştüm Musa Dayı’yı. Yaşı neredeyse seksene varmıştı. Uzun bir ömür sürmeyi nedense hiç istememişti. İnsan, yaşaması gerekenleri yaşadıktan sonra, bu dünyada bir fazlalıktı, ona göre. Üzüntüsünün en büyük sebebi de kırk yıl aynı yastığa baş koydukları sevgili eşinin yirmi yıl önce bu dünyadan göçmüş olmasıydı. Eşinin ölümünden sonra, hemen her gün ölümün gelip alacağı günü beklemişti. Ne yazık ki, ölüm onu unutmuştu sanki. Yirmi yıldır bekleye bekleye iyice karamsarlığa kapılmıştı. Çocukları ve torunları, onu sayıp sevdiği, bir dediğini iki etmediği halde mutlu değildi. Yanına her uğrayışımda, artık bu dünyada bir fazlalık olduğundan bahsetmekten geri kalmıyordu. Musa Dayı’yı çocukluk günlerimden beridir tanımaktaydım. Uzun yıllar sokağımızın köşesindeki, iki odalı biraz genişçe bi
Resim
 (II)         Dünden devam ediyorum, Dostoyevski ile ilgili yazıma. Son olarak, Dostoyevski’nin hayatımda bir iz bırakıp bırakmadığını sorguluyordum. Bir iz bırakmış olmalı ki, şimdi şu an bu yazıyı yazmaktayım. Demek ki, hayatımı onun hakkında amatörce de olsa kendinden bahsettirmesi boşuna değilmiş. Okuma yolculuğumun, Dostoyevski ile başlamış olduğunu bir önceki yazımda belirtmiştim. Benim için iyi bir başlangıç olmadığını itiraf ediyorum. Ancak bunu aştığımı da ayrıca belirtmeliyim. Hem zihinsel hem de ruhsal olarak içimde yer eden eserlerinin çoğunu okudum. Bu eserlerde yer alan cümlelerin güzelliğini, ancak ben de amatörce yazmaya başlayınca anladım. Bu yazımın, asıl yazılma sebebi de bunları anlatmak istememdir. Evvel gün bitirmiş olduğum, Başkasının Karısı ve Namuslu Hırsız adlı, biri uzun biri kısa iki öykünün yer adlı eseri bitirince fark ettiğim şey, uzun zamandır Dostoyevski okumadığım için, ne kadar özlemiş olduğumdu. Dostoyevski’nin herkesten kolayca ayrıldığı;
Resim
        Bu yazıyı dün yazmam gerekiyordu. Sıca ğ ına sıca ğ ına okudu ğ um Dostoyevski eserinin üzerine hemen duygu ve dü ş üncelerimi anlatan bu yazıyı yazmalıydım. Hem böylece ilk okudu ğ um ve en çok etkilendi ğ im yazarların başında yer alan Dostoyevski ile ilgili bilgi ve anılarımı tazelemiş olurum. Eski bildiklerim tazeleyip sağlamlaştırırken, yeni bilgilerim için yepyeni bağlantıları kurmuş olurum böylece.         Dostoyevski’nin bunaltıcı, ağır, depresif ve psikolojik dünyasına ilk adımımı atmam, üniversite yıllarımın ilk senesine rastlar. Yapacak bir şeyler arıyordum. Boş vaktim boldu. Ne yapacağımı bilemiyordum. Aklımda okumak hep vardı. Okumaya bile yeni başlamış terütaze ve acemi bir okuyucuydum. Böyle biri için Dostoyevski ile başlamayı tavsiye etmiyorum. Hazırlıksız dışarı çıkan ve ansızın fırtınaya tutulan birini düşünün. İşte, onun yerine de beni koyun.         Dostoyevski’nin en bilinen ve en çok sevilen eserini okumuştum. Neden bu kitaba başladım diye sor
Resim
Bugün, bütün günümü evde geçirmek istiyordum. Sabah uyanır uyanmaz, aklımdaki tek şey, evimin bahçesinde akşama kadar zaman geçirmekti. Tembellik hakkımı kullanacaktım bugün, doyasıya. Bahçemdeki ağaçların gölgesine kurduğum hamaktan, evimin karşısındaki dağları seyredecektim. Yan yana sıralanmış, heybetli görüntüleri ile beni hep hayran bırakan dağları. Bu evi, iki ay önce satın almıştım. Ankara ve İstanbul’da geçirdiğim uzun yıllardan sonra, büyük şehirlerin kalabalığı beni artık hiç tatmin etmiyordu. Yoğun ve yıpratıcı geçen iş hayatı beni yormuştu. Toplantılar ve ofiste geçen uzun saatlerden, kendime zaman ayıramıyordum. Hep sessiz ve sakin bir günün özlemini çekiyordum. Ama bir yandan da çalışmak zorunda olduğumun farkındaydım. Sonraki günler için, birikim yapmaya ihtiyacım olduğunu düşünüyordum. Sonunda, işten güçten el çektim. Kendime zaman ayırmam gerektiğine biraz geç olsa da karar vermiştim. İlk işim, kalabalık ve nefes almamı zorlaştıran şehir hayatından uzaklaşma
Resim
Sabahları erken uyanırdım. Erken uyanmak alışkanlığım vardı. Şimdiki gibi değil. Gece zamanında uyuyup uykumu alırdım. Erken kalkan yol alır sözünü henüz bilmezdim ama doğruluğunu ispat eder gibiydi çocukluğumun o dönemleri. Çocukluğumun sabahları bir başka güzeldi sanki. Dertsiz tasasız kendi dünyamda yaşardım. Kısacası hayatımdan zevk alırdım. Sabah erken kalkmanın ve gece erkenden uyumanın lezzetini alıyordum o günlerimde. Günlerim dopdolu geçiyordu. Sabahtan akşama hep yapacak bir şeyler bulurdum. Kimi zaman sokaktaki arkadaşlarımla kimi zaman kardeşlerimle eğlenceli oyunlar oynardım. Bazen de kendi kendime eğlenecek oyunlar bulurdum. Belki de en çok hoşuma giden bu tür oyunlardı. Oyun demek pek doğru olmayabilir ama. Çünkü oyunlar en az iki kişi ile oynanır. Bu yüzden oyun demeyeceğim buna. Kendimle vakit geçirirdim. Üstelik o yaşlarda kitapları bile keşfetmemiştim henüz. Ne yazık! Ama yine de eğlenmesini bilirdim. Yalnız başıma kalmak iyi gelirdi. Kendimi yalnız hisset
Resim
Amcam, başkalarına benzemezdi. Kendi halinde sıradan bir adamdı. Halkımızın kullandığı deyimle, gariban bir adamdı. Kimseye karışmaz, kendi işiyle ilgilenirdi. Yaşı kırk beşe yaklaşmıştı. Kalın kaşları, çökmüş avurtları, yüzüne oranla küçük sayılabilecek bir burnu vardı. Saçlarındaki siyahların beyazlardan çok oluşu, onu yaşına göre daha genç gösteriyordu. Gözbebekleri, yuvalarına çakılıymış gibi sabit dururdu. Kimseyle mecbur kalmadıkça konuşmazdı. Amcamı, ergenlik yaşını biraz geçince evlendirmeye karar vermişler. Belki evlenip çoluk çocuğa karışırsa akıllı biri olur diye. Evlendiği karısı sağır ve dilsizdi. Amcamı da sevemedi. Amcam hep yalnız kalmıştı. Gariban oluşu yalnızlığa mahkûm etmişti onu. Altı tane çocuğu oldu. Yine de yalnızlıktan kurtulamadı. Yalnızlık kader gibi hep peşindeydi. Amcam, köyde yaşardı. Kendine ait tek odalı kerpiçten olma evinde yalnız başına kalırdı. Yemeklerini tek başına yer, ailenin diğer üyeleriyle çok ama çok az zaman geçirirdi. Diğer kal
Resim
Kuşlar ölünce cennete mi giderler? Yoksa havaya savrulan tozlar misali yok mu olurlar? Yaşamımın son nefesinde bunları düşünmekteydim. Bir de pek önemli olmasa da soğuktan titremeyecektim. Isınmak için sıcak bir yer aramayacaktım. En önemlisi de artık karnımı doyurmak zorunda kalmayacaktım. Yaşamak zor, bu dünyada. Sabah akşam ekmek peşine düşmek. Düşmanlara karşı tetikte olmak. Yavruları beslemek, korumak ve üstüne titremek. Yavrular öyle küçük, zayıf ve masumlar ki! Kendi küçüklüğümü hiç hatırlamıyorum neredeyse. Sadece yumuşacık bir yuvada olmanın verdiği bir huzur hatırımda kalan. Ebeveynlerimin, beni büyütmek için verdikleri mücadele. Ve sonra hayata atılışım. Sokaklarda geçen tehlikeli ve zor zamanlar. Hepsi o kadar geride kaldı ki şimdi. Sonra beni seven bir eş buldum kendime. Eşimle çok iyi bir çift olduk. Eşim erkeklerin en güzeli, en naziği ve en seveceni idi, benim için. Çocuklarımız oldu. Birlikte büyüttük onları. Onlar için sıcak ve güvenli bir yuva için çaba