Amcam, başkalarına benzemezdi. Kendi halinde sıradan bir adamdı. Halkımızın kullandığı deyimle, gariban bir adamdı. Kimseye karışmaz, kendi işiyle ilgilenirdi. Yaşı kırk beşe yaklaşmıştı. Kalın kaşları, çökmüş avurtları, yüzüne oranla küçük sayılabilecek bir burnu vardı. Saçlarındaki siyahların beyazlardan çok oluşu, onu yaşına göre daha genç gösteriyordu. Gözbebekleri, yuvalarına çakılıymış gibi sabit dururdu. Kimseyle mecbur kalmadıkça konuşmazdı.
Amcamı, ergenlik yaşını biraz geçince evlendirmeye karar vermişler. Belki evlenip çoluk çocuğa karışırsa akıllı biri olur diye. Evlendiği karısı sağır ve dilsizdi. Amcamı da sevemedi. Amcam hep yalnız kalmıştı. Gariban oluşu yalnızlığa mahkûm etmişti onu. Altı tane çocuğu oldu. Yine de yalnızlıktan kurtulamadı. Yalnızlık kader gibi hep peşindeydi.
Amcam, köyde yaşardı. Kendine ait tek odalı kerpiçten olma evinde yalnız başına kalırdı. Yemeklerini tek başına yer, ailenin diğer üyeleriyle çok ama çok az zaman geçirirdi. Diğer kalan zamanlarında köydeki işleri yapardı. Sabah erken kalkar, kahvaltı bile etmeden tarlanın yolunu tutardı. Tarlayı mevsiminde her sabah sürmek onun göreviydi. Bu görevinde en büyük yoldaşı ve arkadaşı, atıydı. Atı, alnı beyaz lekeli kula rengindeydi. Atını çok severdi. Hayatta en iyi anlaştığı canlı, atıydı. Kendinden çok atını düşünürdü. Atının yemini vermeden kendisi yemek yemezdi.  Gününün çoğunu atıyla geçirirdi. Atını çok fazla çalıştırmazdı. Atıyla yatar, atıyla kalkardı.
En iyi anlaştığı atı iken, en anlaşamadığı ise babası, yani dedemdi. Dedemi hiç sevmezdi. Dedemin tek kelimesi bile onu kızdırır, çileden çıkarırdı. Dedem ise, amcamın kızdığını bile bile üstüne giderdi. Onu kızdırmak için en küçük fırsatı bile kaçırmazdı. Dedemin bu hareketlerine verecek cevap bulamayan amcamın yaptığı tek şey, kızgın bir halde, söylene söylene oradan ayrılmak olurdu. Dedem ile amcam uzun zamandan beridir böyle kavga dövüş yaşayıp giderlerdi. Aralarındaki bu çekişmenin sebebini hiç bilemedim.
Amcam tüm bunlara rağmen, her sabah erken kalkıp tarlaya gitmeyi aksatmazdı. İşten kaçmazdı. Elinden geleni yorulmak bilmeksizin yapardı. Çok çalışmaktan şikayetçi olduğu bir gün bile olmamıştır. Ömrünün büyük bir bölümü, şikâyet etmeksizin, çalışmakla geçmiştir.
Yine böyle bir günde, hiç kimsenin beklemediği bir şey oldu. Dedem dahil herkes buna çok şaşırmıştık. Her ne kadar amcamı tanıdığımızı düşünüyor olsak da bunun olabileceğini hiçbirimiz tahmin dahi edemezdik. Yine her zamanki gibi sabah gün doğmadan kalkmış, kahvaltı etmeden tarlanın yolunu tutmuştu. Öğlen sıcağı kendini belli edene kadar tarlayı sürmüş, acıkınca eve dönmüştü. Öğle yemeğini yiyip üstüne iki bardak çayını içmişti. Odasında biraz dinlendikten sonra tekrar tarlaya dönmüştü. Akşama yakın bir saatte amcam eve dönmüştü. Her zamanki gibiydi. Ancak bu kez yanında atı yoktu. Dedem atı ne yaptığını, neden getirmediğini sordu. Dedemi sevmediğinden, yüzüne bakmadı. Dedemin söylediklerini duymazlıktan geldi. Dedem tekrar tekrar sordu. Ortada yanlış giden bir şeyler olduğunun farkındaydı. Çünkü her ne olursa olsun, onun oğluydu. Hepimizden daha iyi tanıyordu onu. Amcam bu kez cevap vermek zorunda olduğunu anladı. Yanında çocukları da vardı. Hepimiz merak içinde onun vereceği cevabı bekliyorduk.
Çantasından atın az kanlı kuyruğunu çıkarıp önümüze attı. Hiçbir şey olmamış gibi rahattı. Yüzümüze bakmadan anlatmaya başladı. Atı, tarlayı sürdükten sonra yanındaki çakmaktaşı ile kestiğini, kuyruğunu da kılından elek yapmak için yanına aldığını hiçbir duygu belirtisi olmadan anlattı. Amcama, bunu neden yaptığını sorduğumuzda, dedemin ata çok kızdığında, onu kör bıçakla keseceğini defalarca kızgınlıkla söylediğini hatırlattı. O da dedemin söylediklerini yerine getirmiş olduğunu belirtti. Hiçbirimiz sesimizi çıkaramadık. Öylece bakakaldık. Asıl garibi de amcamın tek başına, güçlü atı yere yıkıp çakmaktaşı ile boğazını nasıl kesebildiğine akıl erdirememiş olmamızdır…  

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar