Sabahları
erken uyanırdım. Erken uyanmak alışkanlığım vardı. Şimdiki gibi değil. Gece
zamanında uyuyup uykumu alırdım. Erken kalkan yol alır sözünü henüz bilmezdim
ama doğruluğunu ispat eder gibiydi çocukluğumun o dönemleri. Çocukluğumun
sabahları bir başka güzeldi sanki. Dertsiz tasasız kendi dünyamda yaşardım.
Kısacası hayatımdan zevk alırdım. Sabah erken kalkmanın ve gece erkenden
uyumanın lezzetini alıyordum o günlerimde. Günlerim dopdolu geçiyordu. Sabahtan
akşama hep yapacak bir şeyler bulurdum. Kimi zaman sokaktaki arkadaşlarımla
kimi zaman kardeşlerimle eğlenceli oyunlar oynardım. Bazen de kendi kendime
eğlenecek oyunlar bulurdum.
Belki
de en çok hoşuma giden bu tür oyunlardı. Oyun demek pek doğru olmayabilir ama.
Çünkü oyunlar en az iki kişi ile oynanır. Bu yüzden oyun demeyeceğim buna.
Kendimle vakit geçirirdim. Üstelik o yaşlarda kitapları bile keşfetmemiştim
henüz. Ne yazık! Ama yine de eğlenmesini bilirdim. Yalnız başıma kalmak iyi
gelirdi. Kendimi yalnız hissetmezdim hiç. Çünkü yalnızlığı düşünmezdim. O
zamanlarda ne düşündüğümü çok az hatırlayabiliyorum. Keşke şimdi çocukluğumdaki
gibi hissedebilsem!
Yaşadığımız
yerde hep çocuklar olduğundan ve ben de tek başıma kalmak istediğimden,
uzaklara giderdim. Çok da uzaklara değil. Sadece diğer çocukların uğramayacağı
ve sakin olan yerlerdi. Öyle güzel bir yer keşfetmiştim ki, kimseye söylemedim
burasını. Bana özel bir sır olarak kaldı. En yakın arkadaşlarımla bile
paylaşmamıştım. Hemen her gün buraya gelirdim. Burası benim gizli yerimdi.
Gizli sığınak da diyebiliriz. Tam olarak bir sığınağın özelliklerine sahip
olmasa da. Gizli sığınağım, daracık sayılabilecek bir oyuktu. Oyuğumda hafif
belimi büküp oturabiliyordum. Bu oyuk, tren yolunun geçtiği bir yolun hemen
yanı başında sayılırdı. Tren, sağır edebilecek gürültüsü içinizi titretecek
kadar yakından geçerdi.
Tabii,
bu oyuğu seçmemdeki asıl sebep tren değildi. Bazen treni kaçırdığım da olurdu.
Benim için oyuğun özel olmasındaki sebep, oradaki küçük arkadaşlarımdı. Ben
orada yalnız değildim. Küçük, minik, hareketli ve çalışkan arkadaşlarım vardı.
Ben bu arkadaşlarımı her sabah ziyaret etmeyi alışkanlık edinmiştim. Ve onlara
elim boş gitmezdim hiç. Onların çalışkanlığı öyle çok hoşuma giderdi ki, ben de
onlar gibi olmak için can atardım. Belki de onların bu çalışkanlıkları, beni
her sabah erken kaldırırdı.
Yine
erkenden uyandığım bir günün sabahında, kahvaltımı yaptım. Karnımı yeteri kadar
doyurmuştum. Annem ve kardeşlerimle eğlenceli bir sabah geçirmiştik. Gülüp
eğlenmiştik. Babam ise erkenden işe gitmişti. Zamanı geldiğinde sofradan
kalktım. Arka odaya geçtim. Orada yan yana duran çuvalların yanına geldim. Ağzı
bezle kapalı olanı açtım. Çuval ağzına kadar buğday doluydu. Kimseye söylemeden
iki cebimi de neredeyse taşacak kadar doldurdum. Çuvalın ağzını tekrar
bağladım. Hiçbir şey olmamış gibi dışarı çıktım. Heyecanla küçük arkadaşlarımın
yanına ulaşmak için küçük adımlarımı hızlandırdım. Biraz daha hızlansaydım,
cebimdekileri yola dökecektim. Bu yüzden daha dikkatli yürüdüm. Birazdan oraya
varacaktım.
Gizli
sığınağıma yani oyuğuma geldiğimde, küçük çalışkan arkadaşlarım çoktan
uyanmışlardı. Sabah güneşini benden önce karşılamışlardı. Günlük görevlerini
yerine getirmek için harıl harıl çalışıyorlardı. Ben de bu görevlerinde onlara
yardımcı olmak için, cebimde taşıdıklarımı avuçlayarak yuvalarının yakınına
boşalttım. Önce farkına varmadılar. Ancak bu kısa sürdü. Şimdi, küçük
arkadaşlarım, define bulmuş garibanlar gibi buğdayı yuvalarına taşımaya
başlamışlardı.
Onların
bu çalışmasını izlemek öyle hoşuma gidiyordu ki. Her biri ne yapacağını iyi
biliyordu. Sırayla ve büyük bir düzen içinde yiyecekleri yuvalarına taşımakta
öyle ustaca hareket ediyorlardı ki, yüzlercesinden bir teki bile birbirine
değmeden çalışıyordu. On beş dakika kadar onların yiyeceği yuvalarına
taşımalarını izledim. Bu süre sonunda yuvanın dışında tek bir tane bile
bırakmamışlardı. Yuvalarının dışı çok temizdi. Kullanılabilecek ne varsa
yuvalarına taşımışlardı.
Yiyecekleri
taşıdıktan sonra yine de boş durmuyorlardı. Yapacak başka işler buluyorlardı.
Bana da bu güzel manzaranın tadını çıkarmak kalıyordu. Neredeyse bir saatten
fazla orada oturdum. Onları izledim. Belki başka birilerine tüm bu küçük ve
çalışkan arkadaşlarım birbirine benziyor gibi gelecektir. Ama benim için öyle
değildi. Onları öyle uzun zamandır izliyordum ki, her birini ayrı ayrı
tanıdığımı bile söyleyebilirim. Tüm bunları düşünürken ve yaşadığım anlardan zevk
alıyorken, bir şey fark ettim. Bir saatten fazladır orada oturduğum halde yeni
fark etmiştim. Yuvanın sağ tarafında, biraz üstte kırmızı renkli üzerinde insan
resmi olan bir kâğıt parçası duruyordu. Kâğıt parçasının ne olduğunu anlamam çok
kısa sürdü. Anlamamla birlikte kalbim deli gibi çarpmaya başladı. Çok
heyecanlanmıştım. Kâğıt parçasına uzandım ve elime aldım. Gerçek olup
olmadığını kontrol etmek için avucumda sıktım. Evet, gerçekti. Gerçek kâğıt paraydı. Hemen
anneme anlatmak için, heyecan içinde, kâğıt parçasını kaptığım gibi eve doğru
koştum…
Güzel bir hikaye ama sanki yarım kalmış gibi
YanıtlaSil