Kayıtlar

Ocak, 2020 tarihine ait yayınlar gösteriliyor
Resim
          “Mesleğim kunduracılık ya, bu dünyaya da çivi çaktım oğul,” diyordu. “Her gün niye bu dünyada bu kadar uzun kaldım diye lanetlerler yağdırıyorum.” Son gördüğümde, üzgün ve karamsar görmüştüm Musa Dayı’yı. Yaşı neredeyse seksene varmıştı. Uzun bir ömür sürmeyi nedense hiç istememişti. İnsan, yaşaması gerekenleri yaşadıktan sonra, bu dünyada bir fazlalıktı, ona göre. Üzüntüsünün en büyük sebebi de kırk yıl aynı yastığa baş koydukları sevgili eşinin yirmi yıl önce bu dünyadan göçmüş olmasıydı. Eşinin ölümünden sonra, hemen her gün ölümün gelip alacağı günü beklemişti. Ne yazık ki, ölüm onu unutmuştu sanki. Yirmi yıldır bekleye bekleye iyice karamsarlığa kapılmıştı. Çocukları ve torunları, onu sayıp sevdiği, bir dediğini iki etmediği halde mutlu değildi. Yanına her uğrayışımda, artık bu dünyada bir fazlalık olduğundan bahsetmekten geri kalmıyordu. Musa Dayı’yı çocukluk günlerimden beridir tanımaktaydım. Uzun yıllar sokağımızın köşesindeki, iki odalı biraz genişçe bi
Resim
 (II)         Dünden devam ediyorum, Dostoyevski ile ilgili yazıma. Son olarak, Dostoyevski’nin hayatımda bir iz bırakıp bırakmadığını sorguluyordum. Bir iz bırakmış olmalı ki, şimdi şu an bu yazıyı yazmaktayım. Demek ki, hayatımı onun hakkında amatörce de olsa kendinden bahsettirmesi boşuna değilmiş. Okuma yolculuğumun, Dostoyevski ile başlamış olduğunu bir önceki yazımda belirtmiştim. Benim için iyi bir başlangıç olmadığını itiraf ediyorum. Ancak bunu aştığımı da ayrıca belirtmeliyim. Hem zihinsel hem de ruhsal olarak içimde yer eden eserlerinin çoğunu okudum. Bu eserlerde yer alan cümlelerin güzelliğini, ancak ben de amatörce yazmaya başlayınca anladım. Bu yazımın, asıl yazılma sebebi de bunları anlatmak istememdir. Evvel gün bitirmiş olduğum, Başkasının Karısı ve Namuslu Hırsız adlı, biri uzun biri kısa iki öykünün yer adlı eseri bitirince fark ettiğim şey, uzun zamandır Dostoyevski okumadığım için, ne kadar özlemiş olduğumdu. Dostoyevski’nin herkesten kolayca ayrıldığı;
Resim
        Bu yazıyı dün yazmam gerekiyordu. Sıca ğ ına sıca ğ ına okudu ğ um Dostoyevski eserinin üzerine hemen duygu ve dü ş üncelerimi anlatan bu yazıyı yazmalıydım. Hem böylece ilk okudu ğ um ve en çok etkilendi ğ im yazarların başında yer alan Dostoyevski ile ilgili bilgi ve anılarımı tazelemiş olurum. Eski bildiklerim tazeleyip sağlamlaştırırken, yeni bilgilerim için yepyeni bağlantıları kurmuş olurum böylece.         Dostoyevski’nin bunaltıcı, ağır, depresif ve psikolojik dünyasına ilk adımımı atmam, üniversite yıllarımın ilk senesine rastlar. Yapacak bir şeyler arıyordum. Boş vaktim boldu. Ne yapacağımı bilemiyordum. Aklımda okumak hep vardı. Okumaya bile yeni başlamış terütaze ve acemi bir okuyucuydum. Böyle biri için Dostoyevski ile başlamayı tavsiye etmiyorum. Hazırlıksız dışarı çıkan ve ansızın fırtınaya tutulan birini düşünün. İşte, onun yerine de beni koyun.         Dostoyevski’nin en bilinen ve en çok sevilen eserini okumuştum. Neden bu kitaba başladım diye sor
Resim
Bugün, bütün günümü evde geçirmek istiyordum. Sabah uyanır uyanmaz, aklımdaki tek şey, evimin bahçesinde akşama kadar zaman geçirmekti. Tembellik hakkımı kullanacaktım bugün, doyasıya. Bahçemdeki ağaçların gölgesine kurduğum hamaktan, evimin karşısındaki dağları seyredecektim. Yan yana sıralanmış, heybetli görüntüleri ile beni hep hayran bırakan dağları. Bu evi, iki ay önce satın almıştım. Ankara ve İstanbul’da geçirdiğim uzun yıllardan sonra, büyük şehirlerin kalabalığı beni artık hiç tatmin etmiyordu. Yoğun ve yıpratıcı geçen iş hayatı beni yormuştu. Toplantılar ve ofiste geçen uzun saatlerden, kendime zaman ayıramıyordum. Hep sessiz ve sakin bir günün özlemini çekiyordum. Ama bir yandan da çalışmak zorunda olduğumun farkındaydım. Sonraki günler için, birikim yapmaya ihtiyacım olduğunu düşünüyordum. Sonunda, işten güçten el çektim. Kendime zaman ayırmam gerektiğine biraz geç olsa da karar vermiştim. İlk işim, kalabalık ve nefes almamı zorlaştıran şehir hayatından uzaklaşma