Kayıtlar

Aralık, 2019 tarihine ait yayınlar gösteriliyor
Resim
Sabahları erken uyanırdım. Erken uyanmak alışkanlığım vardı. Şimdiki gibi değil. Gece zamanında uyuyup uykumu alırdım. Erken kalkan yol alır sözünü henüz bilmezdim ama doğruluğunu ispat eder gibiydi çocukluğumun o dönemleri. Çocukluğumun sabahları bir başka güzeldi sanki. Dertsiz tasasız kendi dünyamda yaşardım. Kısacası hayatımdan zevk alırdım. Sabah erken kalkmanın ve gece erkenden uyumanın lezzetini alıyordum o günlerimde. Günlerim dopdolu geçiyordu. Sabahtan akşama hep yapacak bir şeyler bulurdum. Kimi zaman sokaktaki arkadaşlarımla kimi zaman kardeşlerimle eğlenceli oyunlar oynardım. Bazen de kendi kendime eğlenecek oyunlar bulurdum. Belki de en çok hoşuma giden bu tür oyunlardı. Oyun demek pek doğru olmayabilir ama. Çünkü oyunlar en az iki kişi ile oynanır. Bu yüzden oyun demeyeceğim buna. Kendimle vakit geçirirdim. Üstelik o yaşlarda kitapları bile keşfetmemiştim henüz. Ne yazık! Ama yine de eğlenmesini bilirdim. Yalnız başıma kalmak iyi gelirdi. Kendimi yalnız hisset
Resim
Amcam, başkalarına benzemezdi. Kendi halinde sıradan bir adamdı. Halkımızın kullandığı deyimle, gariban bir adamdı. Kimseye karışmaz, kendi işiyle ilgilenirdi. Yaşı kırk beşe yaklaşmıştı. Kalın kaşları, çökmüş avurtları, yüzüne oranla küçük sayılabilecek bir burnu vardı. Saçlarındaki siyahların beyazlardan çok oluşu, onu yaşına göre daha genç gösteriyordu. Gözbebekleri, yuvalarına çakılıymış gibi sabit dururdu. Kimseyle mecbur kalmadıkça konuşmazdı. Amcamı, ergenlik yaşını biraz geçince evlendirmeye karar vermişler. Belki evlenip çoluk çocuğa karışırsa akıllı biri olur diye. Evlendiği karısı sağır ve dilsizdi. Amcamı da sevemedi. Amcam hep yalnız kalmıştı. Gariban oluşu yalnızlığa mahkûm etmişti onu. Altı tane çocuğu oldu. Yine de yalnızlıktan kurtulamadı. Yalnızlık kader gibi hep peşindeydi. Amcam, köyde yaşardı. Kendine ait tek odalı kerpiçten olma evinde yalnız başına kalırdı. Yemeklerini tek başına yer, ailenin diğer üyeleriyle çok ama çok az zaman geçirirdi. Diğer kal
Resim
Kuşlar ölünce cennete mi giderler? Yoksa havaya savrulan tozlar misali yok mu olurlar? Yaşamımın son nefesinde bunları düşünmekteydim. Bir de pek önemli olmasa da soğuktan titremeyecektim. Isınmak için sıcak bir yer aramayacaktım. En önemlisi de artık karnımı doyurmak zorunda kalmayacaktım. Yaşamak zor, bu dünyada. Sabah akşam ekmek peşine düşmek. Düşmanlara karşı tetikte olmak. Yavruları beslemek, korumak ve üstüne titremek. Yavrular öyle küçük, zayıf ve masumlar ki! Kendi küçüklüğümü hiç hatırlamıyorum neredeyse. Sadece yumuşacık bir yuvada olmanın verdiği bir huzur hatırımda kalan. Ebeveynlerimin, beni büyütmek için verdikleri mücadele. Ve sonra hayata atılışım. Sokaklarda geçen tehlikeli ve zor zamanlar. Hepsi o kadar geride kaldı ki şimdi. Sonra beni seven bir eş buldum kendime. Eşimle çok iyi bir çift olduk. Eşim erkeklerin en güzeli, en naziği ve en seveceni idi, benim için. Çocuklarımız oldu. Birlikte büyüttük onları. Onlar için sıcak ve güvenli bir yuva için çaba
Resim
Günlerdir gözüme uyku girmemişti. Gece yatağımda ne yana dönsem, hep orası aklıma düşmekteydi. Nasıl da gözlemiştim, günlerce. Belki bir cevap bulurum diye, beklemiştim saatlerce. Kapıdan giren çıkanları, dikkatlice gözlemlemiştim. Gördüğüm kimseler, sıradan insanlara benzemiyordu hiç. Yüzleri, gözleri, bakışları, yürüyüşleri ve konuşmaları hep başkaydı. Başka dünyadan gelmiş, orayı mesken mi edinmişlerdi acaba? Yoksa onlar da hepimiz gibiler de o yerde vakit geçirince mi böyle bambaşka insanlar oluveriyorlar? İşte, günlerdir aklımı kurcalayan sorular bunlardı. Bu yüzden, kendime söz verdim. Bu sırrı, ne pahasına olursa olsun çözecektim. Kesin kararlıydım. O yere girecek ve sırrını çözecektim. Bunun için günlerdir çektiğim sıkıntı artık bitmeliydi. Dayanmanın sınırına geldim. Hemen yarın harekete geçecektim. Yarın oldu. Ama, öyle konuştuğum gibi cesur olamadım. Hâlâ içimde, heyecandan kaynaklanan korku var. Ama, ne olursa olsun içeriye girecektim. Buna çoktan karar verdim.
Resim
          Hiçbir şeyi, çocukken, köyümde geçirdiğim uzun yaz tatilleri kadar eğlenceli bulamadım. Çocukluğumun bu unutulmaz zamanlarını hep hatırlarım. Her yaz tatilimde, bol bol eğlenir, güzelce zaman geçirirdim. Bu güzel zamanlarda yaşadıklarım ve öğrendiklerim, yaşamımda bana örnek olmuştur. Bu yaşadıklarım, kimine göre belki basit sayılabilir ama ben kendi adıma bunlardan ders çıkarabildiğim için kendimi şanslı sayarım.           Köyümüz, cennetten bir köşe olarak tanımlanamazsa da havası, ağacı, çiçeği ve hayvanları ile benim gözümde çocukluğumun en güzel yerlerinden biriydi. Sabah erken kalkmak; taze peynir, yumurta, çökelek ve yumurta ile kahvaltı yapmak; her sabah tertemiz havayı ciğerlerime çekmek; kuşlarla, tavuklarla ve kuzularla oynamak ve gün boyunca etrafta koşuşturmak benim vazgeçilmez rutinlerimdi. Uzun yaz tatili boyunca, her gün aynı şeyleri yapıyor olsam da yine de farklı tatlar buluyordum bunlarda. Kendi akranlarımla zaman geçirmenin de bunda etkisi vardı
Resim
          En unutulmaz anılarım, çocukluğumdan izler taşır. Bu güzel anılarımda, sahip olduğum ve çok sevdiğim bisikletimi anlatmak istiyorum sizlere. Peki neden bisiklet? Hepimizin çocukluğunda, sahip olduğu ve çok güzel anılar biriktirdiği birçok eşyası olmuşken, her eşyanın bizim için yeri bambaşka iken, neden ille de bisikletimi anlatmak istiyor olabilirim? Aslında, haklısınız. Söylediklerinizin hepsine canı gönülden katılıyorum. Çocukluğumu en güzel şekilde yaşatan eşyalar arasında ayrım yapmak, onlara büyük haksızlık olacaktır. Ve ben bu haksızlığı yapacağıma, yerin dibine girmeye razıyım. Ama beni dinlerseniz anlatacağım.           Şimdi hatırlayamadığım kitapların birinde, Nazilerin zulmünden sakınmak için, Paris’ten İsviçre’ye bisikletle kaçan bir şairimizin varlığını öğrenmiştim. Ve dünyaca tanınan bir şairimizin, bisikleti çocukluğundan beri tutku derecesinde sevdiğini ve fırsat buldukça bisikletini alıp saatlerce üzerinden inmediğini de biliyordum. Dünyaya bakışı
Resim
         Kapıyı açtı. İçerden yüzüne doğru, sıcak bir hava dalgası geldi. Ayakkabılarını çıkardı, paltosunu astı. Kapıyı içerden kilitledi. İçeri geçip üstünü değiştirdi. Çantasını odaya bıraktı. Mutfağa geçti, dünden kalan tavuk soteyi buzdolabından çıkardı. Ocağa koyup ısıttı. Yanına salatalık turşusu çıkardı. Yarım saat içinde yemeğini yemiş, odaya geçmişti. Televizyonu açtı. Nedense, bugün kitap okuma konusunda isteksizdi. Biraz da yorgundu. Yorgunluk ve isteksizlik bir araya gelince, televizyon izleyerek zaman geçirmek istedi, bu gece. Ama önce, çay yaptı kendine. Sonra koltuğa geçti. Televizyonda rasgele kanalları dolaşmaya başladı. Önce film izlemek geçti içinden. Kanalları dolaşırken, belgesele rasgeldi. İzlemeye karar verdi.           Belgeselde, aslanlar av peşindeydi. Av olarak, bizon sürüsünü gözlüyorlardı. Aslanlar, her ne kadar ormanların kralı olsalar da takım halinde avlanmak mecburiyetindeydiler. Bir aslan tek başına, koca bir bizon sürüsü ile imkânı yok ba
Resim
Tüm bunlara ne gerek vardı? Çok mu şey istemiştim, hayattan? Herkes, neyi istiyor ve arzuluyorsa, ben de aynı şeyleri istemiş ve arzulamıştım. Belki, farklı olarak, ben çok daha tutkuyla istemiştim. Ve isteklerime kavuşunca, bunlardan kolayca vazgeçmemiştim. Ama, hepimiz insanız. Zayıflıklarımız olabilir. Bunların farkında olmak, bizi daha iyi biri yapmasa da. Beni de iyi biri yapmadı. Kötü biri de değilim. Sadece korkuyordum. Korkularım, isteklerimden vazgeçmeme engel oluyordu. Yaptığım ve kötü kabul edilen her şeyin sebebi bunlardır. İtiraf ediyorum, kocamı ben öldürdüm. Buna pişman değilim. Sadece böyle olması gerekiyordu. Başka çarem kalmamıştı. Buna mecburdum. Sonunda yakalanıp, darağacına gitme pahasına da olsa bunu yaptım. Dediğim gibi, kocam denecek zavallı, bana başka bir çözüm bırakmadı. Olabilecek her çareyi düşündüm. En sonunda bu kararı aldım. Kocam, ben hayatta oldukça, arzu ve isteklerimi sağlayabilecek yegâne güvencemdi. Tabii onun karısı olarak kaldığım sür
Resim
Küçük bir çocuktum. Annem çağırırdı beni. Akşamdı. Yemek saatiydi. Gitmek istemezdim bir türlü. Bırakıp da gidemezdim oyunu ve sokak arkadaşlarımı. Çok eğleniyorduk her gün. Hep farklı oyunlar oynuyorduk. Kimin aklına, farklı bir oyun gelirse oynardık. Farklı oyunları oynamayı seviyorduk nedense. Bazen bildiğimiz oyunları değiştirerek oynardık. Sıkılana kadar oynardık. Farklı oyunlar icat etmek benim başımın altından çıkardı. Nedense hep daha iyisi daha mükemmeli ve daha zorlarını seçer olmuştum. Diğer arkadaşlarımı da bana uymaları için zorlardım. Bu zorlamalar, öyle bir noktaya gelmişti ki, artık kendimle bir çeşit rekabete ve meydan okumaya kadar vardırmıştım işi. Şimdi olanları düşününce pişman olmadığım bir ân bile yoktur. Ne yazık ki, çocuk aklı işte, diyerek de kendimi savunamam. Yaptıklarımdan dolayı kimseyi de suçlamıyorum. Belki de tüm bunlara sebep olan şey, çocukken oynadığımız oyunların bize verdiği tarifsiz zevktir. Biz bu zevki kontrol edemediğimiz ve anla
Resim
Mezarlıklar hep ölümü hatırlatırdı bana. Ta ki onu tanıyana dek. O’nu ilk kez gördüğümde öyle masum ve savunmasızdı ki! Elimde olmadan acımıştım ona. Oysa hayattaki en büyük dersi, ondan almıştım.  Şimdi geçmişi düşününce, o anki hatıralarım oldukça canlı duruyorlar zihnimde. Geçmişimde olanlar, özellikle zihin dünyamdakiler, beni hep karamsarlığa itmişti. Yaşam ve ölüm, o kadar anlamsızdılar ki, hiçbir şeyi umursamazdım. Ne yaşam ne de ölüm bana hiçbir şey ifade etmiyordu. Yaşamak da aynıydı gözümde ölmek de!           İşte, bundan dolayı, mezarlıklara sık sık giderdim. Tabii aynı zamanda insanların arasına da sızardım, bir yabancı gibi. Dedim ya, ikisi de birdi gözümde. Ancak şimdi anlatacaklarım mezarlıkta geçtiği için sadece buralardan bahsedeceğim. Ara sıra mezarlıklara gider, uzun uzun kalırdım. Bazen saatlerce, özel olarak seçtiğim bir mezarın ya da ağacın dibinde, otururdum. Bazen de dinlene dinlene yürürdüm mezarlıklar arasında. Yine böyle bir gündü. Elimdeki kita
Resim
Başını kaldırdı. Etrafına bakındı. Gelmiş olduğu yeri ilk defa görüyormuş gibi incelemeye başladı. Uykudan yeni kalkmış gibi yavaş yavaş uyanıyordu merakı çevresine karşı. Zayıf, çelimsiz ve hareketsiz duran bedenine nazaran gözleri oldukça canlı bakıyordu. Sabah güneşinin geceden kalma karanlığı kovup kendine yer açması gibi, zihni de etrafında algılayabildiği her şeyi sünger gibi emiyordu. Ne zamandan beridir burada oturuyordu farkına varamadan. En son hatırladığı şeylerden biri, günlerdir okuduğu kitabı yeni bitirmiş olduğu idi. Her zaman yaptığı gibi, kitabı bitirdikten sonra kısa bir yürüyüşe çıkmaya karar vermişti. Bu kararı uzun uzadıya düşünmemişti bile. Sadece aklından kısacık geçirmekle yetinmişti. Sonrasını çok az ama çok az hatırlıyordu. Yolda yürürken birine çarpmıştı sanki. Adam öfkeli bakışlar fırlattıktan sonra hiç aldırmadan yoluna devam etmişti. Kendisini biraz daha zorlamak istedi. Nasıl buraya kadar gelmişti. Ama hemen vazgeçti, gerek görmedi. Şimdi bu
Resim
Babam işten yeni dönmüş. Henüz yorgunluğun izleri yok yüzünde. Babamın saçlarına bakıyorum. Babamın saçları beyazlamakta, birer birer. Ama yavaşça. En son ne zaman görmüştüm o tek beyaz saçı. Çok mu önceydi! Hatırlamadığıma göre öyle olmalı. Ve babamın elleri. Hep sert ve nasırlı. Çalışan insanların elleri hep mi sert ve nasırlı olur ki? Kendimi bildim bileli çalışır babam. Sabahları çok erken kalkmış olsam bile bulamam onu yatağında. Kim bilir kaç kez erkenden kalkmaya uğraştım, babamdan önce kalkmak için. Ama kalkamadım. Babam bir işçi. Bu yüzden herkesten önce kalkmak zorunda. Babam inşaatlarda çalışır. Kimisine yeni ev yapar, kimisinin de evini onarır. Kardeşlerimle beraber her akşam babamın eve gelişlerini büyük bir sabırsızlıkla bekleriz. Bunda biraz da her zaman ceplerinde olan çikolataların da etkisi var elbette. Bazen çocuk aklımla düşündüğüm olur bunu. Acaba, biz babamızı her akşam çikolata getirdiği için mi seviyoruz? Veya babam onu sevelim diye mi çikolata getiri