Günlerdir gözüme uyku girmemişti. Gece yatağımda ne yana dönsem, hep orası aklıma düşmekteydi. Nasıl da gözlemiştim, günlerce. Belki bir cevap bulurum diye, beklemiştim saatlerce. Kapıdan giren çıkanları, dikkatlice gözlemlemiştim. Gördüğüm kimseler, sıradan insanlara benzemiyordu hiç. Yüzleri, gözleri, bakışları, yürüyüşleri ve konuşmaları hep başkaydı. Başka dünyadan gelmiş, orayı mesken mi edinmişlerdi acaba? Yoksa onlar da hepimiz gibiler de o yerde vakit geçirince mi böyle bambaşka insanlar oluveriyorlar?
İşte, günlerdir aklımı kurcalayan sorular bunlardı. Bu yüzden, kendime söz verdim. Bu sırrı, ne pahasına olursa olsun çözecektim. Kesin kararlıydım. O yere girecek ve sırrını çözecektim. Bunun için günlerdir çektiğim sıkıntı artık bitmeliydi. Dayanmanın sınırına geldim. Hemen yarın harekete geçecektim.
Yarın oldu. Ama, öyle konuştuğum gibi cesur olamadım. Hâlâ içimde, heyecandan kaynaklanan korku var. Ama, ne olursa olsun içeriye girecektim. Buna çoktan karar verdim. Vazgeçemezdim. Aslında, korkumun bir başka sebebi de kapısında durduğum binanın heybetli oluşudur. Merakımı en çok kurcalayan da bu görünüşüydü. Bu görüntüye alışmak kolay olmadı.
Kapıdan yavaşça girdim. Kapıdan içeri girdiğim ilk andan itibaren, farklı bir dünyaya adım attığımın farkındaydım. Adım atmış olduğum mekân, kesinlikle sıradan değildi. Hiç olmazsa fiziksel olarak öyleydi. Dört bir yanı pastel renklerden meydana gelmiş, yüzlerce ayrıntıdan oluşmaktaydı. Tavanında, birbirinden farklı konuları içeren, resimler yer alıyordu. İçerisi baştanbaşa kitap kokuyordu. Duvarlarında boydan boya kitaplar vardı. Acaba, burasını farklı kılan bu kitaplar mı idi? Çünkü o kadar çok kitap vardı ki, anlatamam. Adeta kitaplardan oluşan bir cennet gibiydi. Nasıl ki cennette her çeşit meyve bulunulduğuna inanılıyorsa, burada da her çeşit kitabın bulunduğuna inanıyordum. Bu duygularla, saatlerce kitapları inceledim. Her kitabı olmasa da dikkatimi çekenleri elimden geldiğince tanımaya çalıştım. Çünkü, içimden bir his ilerde buna ihtiyacım olacağını söylüyordu.
Sonra binanın içinde ilerlemeye başladım. Buranın sorumlusu olduğu anlaşılan; kalın bıyıklı, sert ama babacan bakışlı, ilk görüşte Kadir Savun’a benzettiğim bir adamla karşılaştım. Gözlerini bana dikmiş, kim olduğumu anlamaya çalışıyordu gibiydi. Ama, bence kim olduğumu ve ne için orada olduğumu çoktan anlamıştı, biliyordu. Yavaş adımlarla, acele etmeden masasına yaklaştım. Önce onun konuşmasını bekledim. Ama konuşmadı. Sadece sert ama babacan bir ifadeyle yüzüme baktı. Önce benim konuşmaya başlamam gerektiğini anladım. Konuşmaya çalıştım. Lafı ağzımda geveledim biraz. Ama karşımdakinin sakinliği beni de etkilemiş olacaktı ki, konuşmam normale döndü. İçimden, buraya neden geldiğimi, günlerdir çektiğim sıkıntıları ve buranın sırrını öğrenmek için her şeyi yapmayı göze alacağımı anlatmak geldi. Ama anlatamadım.
Yeni okumaya başladığımı anlattım. Okumayı sevdiğimi de. Benim için uygun kitap almak istediğim için buraya geldiğimi söyledim. Biraz bekledi. Masasından ayrılıp kitapların olduğu raflara gitti. İki tane ince kitap seçti. Biri deneme diğeri de kısa hikayelerin yer aldığı öykü kitabı idi. Bunları anlayarak ve sorular sorarak okumamı istedi. Bitirince yeniden gelmemi de. Kitapları alıp mutlu ve umutlu bir şekilde ayrıldım.
Uzun zaman oraya devam ettim. Her seferinde mutlu bir şekilde ayrıldım. Farklı kitaplar alıp okudum. Her kitapta birbirinden farklı dünyalar ve yaşamlar buldum. Her kitap bana yaşamın farklı yönlerini öğretti. Sırrı öğrenmek için elimden geleni yaptım. Belki de ortada bir sır yoktu. Belki de sırrın kendisi kitaplarda idi. Okuduğum her kitap sırrın bir parçasını taşıyordu. Bu sırrı öğrenmek için ömrüm yetmeyecektir belki. Ama ben yine de bu sırrı aramaya devam edeceğim…


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar