(II)

        Dünden devam ediyorum, Dostoyevski ile ilgili yazıma. Son olarak, Dostoyevski’nin hayatımda bir iz bırakıp bırakmadığını sorguluyordum. Bir iz bırakmış olmalı ki, şimdi şu an bu yazıyı yazmaktayım. Demek ki, hayatımı onun hakkında amatörce de olsa kendinden bahsettirmesi boşuna değilmiş.
Okuma yolculuğumun, Dostoyevski ile başlamış olduğunu bir önceki yazımda belirtmiştim. Benim için iyi bir başlangıç olmadığını itiraf ediyorum. Ancak bunu aştığımı da ayrıca belirtmeliyim. Hem zihinsel hem de ruhsal olarak içimde yer eden eserlerinin çoğunu okudum. Bu eserlerde yer alan cümlelerin güzelliğini, ancak ben de amatörce yazmaya başlayınca anladım. Bu yazımın, asıl yazılma sebebi de bunları anlatmak istememdir.
Evvel gün bitirmiş olduğum, Başkasının Karısı ve Namuslu Hırsız adlı, biri uzun biri kısa iki öykünün yer adlı eseri bitirince fark ettiğim şey, uzun zamandır Dostoyevski okumadığım için, ne kadar özlemiş olduğumdu. Dostoyevski’nin herkesten kolayca ayrıldığı; kendine has psikolojik çözümlemeleri ve eserlerinde yer verdiği hemen her karakteri neredeyse bir filozoftan daha etkili konuşturması, beni en çok etkileyen özellikleridir.
Bana göre, Dostoyevski’nin hem Rus hem de Dünya Edebiyatında en çok bilinen ve okunan yazar olmasında, eşsiz psikolojik çözümlemelerinin ayrıcalıklı bir yeri vardır. Dostoyevski, psikolojik çözümlemelerini öyle kolay ve rahat bir şekilde ifade etmektedir ki, buna şaşıp kalıyorum. Bir yazar bunu nasıl bu kadar rahatlıkla ve basit cümlelerle ifade edebiliyor. Buna hayran olmamak elde değil. Bu yüzden, Dostoyevski bir dâhidir.
Dahi olduğu için, ona özenmiş olmamı normal buluyorum. Her ne kadar kendimi kibirli bir olarak görüyorsam da Dostoyevski gibi bir devin karşısında kibrim tuzla buz oluyor. Kendimi aciz buluyorum; düşünceleri, duyguları, derinliği ve büyülü anlatım gücü karşısında.
Anlatım gücünü neye borçludur? Öncelikle dahi olduğunu kabul edelim. Anlatım gücünde bu kadar etkili ve başarılı olmasında bu doğal yeteneğinin olmasının yanı sıra, özel yaşamında çekmiş olduğu acılarının da etkisi olduğunu düşünüyorum. Ve sara hastası olmasının vermiş olduğu fiziksel acıların, onu acılar konusunda daha bilinçli yaptığını da eklemeliyim.
Suç ve Ceza eserinde, bir bölümde, yolun ortasında can çekişen bir atı anlatır. Bu at sahnesi en unutamadığım sahnelerindendir. Atın çekmiş olduğu acıları öyle derinden betimler ki bu duyguların derinliğine hayran olursunuz, ister istemez. Zaten bu derinliğe hayran olmaktan başka çareniz kalmaz artık.
Dostoyevski’nin cümleleri hem zihnimi hem de ruhumu sarıyor. Zihnimde cümlelerinin mükemmelliği ile, ruhumda ise anlattığı karakterlerindeki derinliği ile yer almaktadır.
Yazmaya başlamadan önce, üzerine düşündüğüm noktalardan biri, örnek almam gereken biriydi. Sanırım, örnek almam gereken yazarlardan birini bulmuş oluyorum bu yazım sayesinde. Bir de yazım tarzı olarak örnek aldığım bir yazar daha var. Anlattığı konu olarak belki tam olarak bana uygun olmayabilir ama yazı tekniği ile kesinlikle onun gibi yazmak isteyebileceğim biridir. Bu yazar da Edgar Allan Poe’dur. Kim bilir, kendimi hazır bulduğumda, bir başka yazımda, Poe’dan bahsederim…


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar