Mezarlıklar hep ölümü hatırlatırdı bana. Ta ki onu tanıyana dek. O’nu ilk kez gördüğümde öyle masum ve savunmasızdı ki! Elimde olmadan acımıştım ona. Oysa hayattaki en büyük dersi, ondan almıştım.  Şimdi geçmişi düşününce, o anki hatıralarım oldukça canlı duruyorlar zihnimde. Geçmişimde olanlar, özellikle zihin dünyamdakiler, beni hep karamsarlığa itmişti. Yaşam ve ölüm, o kadar anlamsızdılar ki, hiçbir şeyi umursamazdım. Ne yaşam ne de ölüm bana hiçbir şey ifade etmiyordu. Yaşamak da aynıydı gözümde ölmek de!
          İşte, bundan dolayı, mezarlıklara sık sık giderdim. Tabii aynı zamanda insanların arasına da sızardım, bir yabancı gibi. Dedim ya, ikisi de birdi gözümde. Ancak şimdi anlatacaklarım mezarlıkta geçtiği için sadece buralardan bahsedeceğim.
Ara sıra mezarlıklara gider, uzun uzun kalırdım. Bazen saatlerce, özel olarak seçtiğim bir mezarın ya da ağacın dibinde, otururdum. Bazen de dinlene dinlene yürürdüm mezarlıklar arasında. Yine böyle bir gündü. Elimdeki kitabı yeni bitirmiştim. Mezarlıkta kısa bir yürüyüşe çıkmıştım. Bunda mezarlığın evime yakın olmasının da payı vardı elbette. Aklımda biraz da ölüm düşüncesi vardı. Ölümün anlamsızlığı dolanıyordu beynimin kıvrımlarında. Aynı şekilde yaşamın da! Nasıl bu kadar anlamsız olabiliyordu gözümde. Buna hep şaşırmaktaydım o güne dek.
Bu düşüncelerle dalgın dalgın yürürken, bir ses çalındı kulağıma. Yardım istiyordu. Savunmasızdı. Görebilmek için biraz daha yaklaştım. Ağacın ardına gizlenmiş, beni süzüyor, araştıran gözlerle inceliyordu. Emin olmak istiyordu. Bir süre böyle bekledik. İkimiz de emin olana kadar bakıştık. Emin olduktan sonra, iyice yaklaştım yanına. O da ağacın arkasından çıktı. Yanıma geldi, oturdu. Başını okşadım, sesini çıkarmadı. Hoşuna gittiği belliydi. Biraz böyle kaldık. Başını uzun uzun okşarken, elim yarasına temas etmiş olmalı ki, birden tedirgin oldu. Yarası olduğunu bilmiyordum. Ve böyle tedirgin olacağını da. Bu yaralar nasıl olmuştu? Neden tedirginleşmişti, elim kazara yarasına değince? Bunları düşünmeye başladım, sebebini. Sonunda anladım. Bu küçük canlı bile birçok şeyin farkındaydı. Benim küçümsediğim, hor gördüğüm acı gerçeklerin capcanlı kanıtı idi. Ben nasıl da anlamamıştım! İşte, şu küçük canlı öğretti bana hayatın gerçeklerini. O andan sonra her şey daha açık göründü gözüme. Ve o günden beri mezarlıklar, ölümü olduğu kadar yaşamı da hatırlatır bana!

                       

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar