Kuşlar ölünce cennete mi giderler? Yoksa havaya savrulan tozlar misali yok mu olurlar? Yaşamımın son nefesinde bunları düşünmekteydim. Bir de pek önemli olmasa da soğuktan titremeyecektim. Isınmak için sıcak bir yer aramayacaktım. En önemlisi de artık karnımı doyurmak zorunda kalmayacaktım.
Yaşamak zor, bu dünyada. Sabah akşam ekmek peşine düşmek. Düşmanlara karşı tetikte olmak. Yavruları beslemek, korumak ve üstüne titremek. Yavrular öyle küçük, zayıf ve masumlar ki! Kendi küçüklüğümü hiç hatırlamıyorum neredeyse. Sadece yumuşacık bir yuvada olmanın verdiği bir huzur hatırımda kalan. Ebeveynlerimin, beni büyütmek için verdikleri mücadele. Ve sonra hayata atılışım. Sokaklarda geçen tehlikeli ve zor zamanlar. Hepsi o kadar geride kaldı ki şimdi.
Sonra beni seven bir eş buldum kendime. Eşimle çok iyi bir çift olduk. Eşim erkeklerin en güzeli, en naziği ve en seveceni idi, benim için. Çocuklarımız oldu. Birlikte büyüttük onları. Onlar için sıcak ve güvenli bir yuva için çabaladık. Onlara iyi baktık. Onlar da zamanı gelince kendi yollarına gittiler.
Bize benzeyen kalabalık bir grupla vakit geçiriyorduk. Çoğu zaman birlikteydik. Birlik olmak, birlikte hareket etmek her zaman iyidir. Birlikte olduğumuzda, güçlükler bize aşılması daha kolay geliyordu. Birbirimize göz kulak olabiliyorduk. Yiyecek bir şeyler bulduğumuzda paylaşıyorduk. Paylaşmak bizim için zorunlu bir kuraldı. Hepimiz buna uymak zorundaydık. Uymayanların aramızda yeri yoktu. Ancak tüm bunlara rağmen, hayatımız çok zordu. Yiyecek bulmakta günden güne zorlanıyorduk. Bu durum herkes için aynıydı aslında. Herkes zor zamanlar geçirmekteydi.
Yaşadığımız yer, kalabalık bir şehir merkeziydi. Geniş bir caddesi, sağa sola açılan sokakları, geniş camekanlı mağazaları ve sıkışmış gibi yan yana duran evlerinden meydana gelmekteydi. Bu evlerde yaşayanlar öyle çoktu ki, neredeyse birbirlerini ömürleri boyunca bir kez görmektelerdi. Çoğu zaman birbirlerini görmezden geliyorlardı zaten. Şehirde yaşayan herkes birbirine yabancı gibi yaşamaktaydı. Bazen bir selamı bile esirgerlerdi, en yakın komşularından. Herkes kendi derdine düşmüştü. Kimse kimseyi umursamıyordu.
Bizler, diğerlerinin gözünde değersiz kabul ediliyorduk. Belki rengimizden belki şeklimizden belki de çok olmamızdandı değersiz görülmemiz. Ama bizleri ne kadar değersiz görürlerse görsünler, bizim de bir farkımız vardı. En önemli özelliğimiz, zor şartlarda bile hayatta kalmayı başarabiliyorduk. Gel gör ki, yine de kabullenmediler bizi. Biz de kendi başımızın çaresine baktık.
Başımızın çaresine bakmak için, şehrin en kalabalık caddesinde yaşıyorduk. Caddeden çok sayıda araç geçiyordu. Bu bizim için tehlike demekti.   Ama tehlikeler kadar fırsatlar da çoktu. Yiyeceğe ihtiyacımız vardı. Mevsim kış olduğundan havalar da soğumuştu. Soğuk hava ve açlık, herkes kadar beni de etkilemişti. Yorgundum ve dalgındım. Son günlerde bir ağırlık çökmüştü üzerime. Bu ağırlık yüzünden hareketlerim de yavaşlamıştı. Oysa hızlı hareket etmek zorundaydım. Sonradan bu yavaşlığın bedelini ödedim, ne yazık ki!
O gün, hava güneşliydi. Sıcak içimizi ısıtacak kadar güzeldi. Gelecek için hâlâ umudum vardı. Sıcaklar yorgunluğumu ve dalgınlığımı geçirecekti. Bu düşüncelerle sokağa çıkmıştık. Yiyecek arıyordum. Tehlikeyi fark edemedim. Ufak bir dalgınlık sonum olmuştu. Başımı çevirdiğimde, dağ kadar kocaman bir otobüsü gördüm. Duyduğum en son şey, kemiklerimin ezilme sesiydi. Otobüs beni ezip geçmişti. Bunlar o kadar ani oldu ki. Cesedim dümdüz olmuş yerde serili yatmaktaydı. Oradan geçen çöpçü, benden artan kalanları faraşına süpürdü.  Yakınındaki çöp arabasına boşalttı. Sonra yoluna devam etti.
Değersiz olduğumu bir kez daha anladım. Ancak gençten, hüzünlü bakışlı, esmer bir delikanlı. Çaresizce ve düşünceli gözlerle cesedime olanları izledi. Yapacağı bir şey yoktu. Dünyadan hazin ayrılışıma bir tek üzülen o oldu.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar