
“Mesleğim kunduracılık ya, bu dünyaya da çivi çaktım oğul,” diyordu. “Her gün niye bu dünyada bu kadar uzun kaldım diye lanetlerler yağdırıyorum.” Son gördüğümde, üzgün ve karamsar görmüştüm Musa Dayı’yı. Yaşı neredeyse seksene varmıştı. Uzun bir ömür sürmeyi nedense hiç istememişti. İnsan, yaşaması gerekenleri yaşadıktan sonra, bu dünyada bir fazlalıktı, ona göre. Üzüntüsünün en büyük sebebi de kırk yıl aynı yastığa baş koydukları sevgili eşinin yirmi yıl önce bu dünyadan göçmüş olmasıydı. Eşinin ölümünden sonra, hemen her gün ölümün gelip alacağı günü beklemişti. Ne yazık ki, ölüm onu unutmuştu sanki. Yirmi yıldır bekleye bekleye iyice karamsarlığa kapılmıştı. Çocukları ve torunları, onu sayıp sevdiği, bir dediğini iki etmediği halde mutlu değildi. Yanına her uğrayışımda, artık bu dünyada bir fazlalık olduğundan bahsetmekten geri kalmıyordu. Musa Dayı’yı çocukluk günlerimden beridir tanımaktaydım. Uzun yıllar sokağımızın köşesindek...